Ne üzücüdür ki cellat yüzerken derimizi
her gün bir bir alırken aramızdan canimizi
meşrulaşmış bir sıradan faşizm yaşanırken
acaba sıradaki kurban kimdir diye
şakalaşıyor kendi arasında
müstakbel kurbanlar.
Kimse senin sesini senin duyduğun gibi duyamaz unutma..
Ondandır sesini kayittan dinlediğinde başkasının sesi gibi gelmesi sana
Senin söylediğin bir şeyi sana söylediklerinde kabuletmemen gibi...
Yada aynada kendını gormen gibi..
Hiçbir zaman seni başkalarının gordüğü gibi göremeyeceksin
Hep kendini baskasının gördüğünün tersi göreceksin aynada.
Hiçbir zaman kimsenin sana dokunduğu gibi dokunamayacaksın
Kendine dokunmak masturbasyondur çünkü.
Ama sana dokunulması aŞk tır.
HÜSEYİN ÇAKICI
Aslında söylemek istediğim bu değildi. Yanlış anlaşılmamak için ne kadar çaba harcadıysam o kadar anlaşılmadığımın farkına vardım. Bir noktadan sonra bende bıraktım kendimi sükunete. Bunun adına sükunet denirse tabi.
Aslında anlaşılmamak daha iyi gibi. Anlatamamaktan dert yanıyorum artık.Çünkü biliyorum hangi yolu denediysem sadece benim çaba gösterdiğimi gördüm. Sadece ben çırpındım hayat karsısında. Bundan dolayı kızmıyorum ama gücendim, yoruldum.
Bunun doğal bir süreç olduğu da doğru olabilir. Büyümek deniyor, olgunlaşmak, deneyim sahibi olmak.
Gereksizliyor bunu yıpranmışlığım. İstemiyor bu kadar bilmişliği.
Bilmemek iyimidir acaba? Yani yaşamamak, yalın kalmak iyimidir? Artık bunu öğrenemeyeceğim. Kirlendim.
Eskiye özlem duymak genel bir eğilimdir. Bundanmıdır acaba hep aşkın kıtık bir 45’lik plakta kaldığını düşünmemiz.
Ya düşlerimiz,arzularımız gerçek değil yada yaşadığımız hayat. İkisinden birinde bir çelişiklik var. Ya biz gerçekten düşleyemiyoruz yada hayat düşlerimizi buruşturup atıyor kenara.
Ne kadar farkında olursa insan o kadar hakimiyet duygusu gelişir. Elde etmişlik, sürekli değer yitimine sebep olur. Bunlar aslında bizi kısır bir döngünün yol ayrımına iter. Hangisini seçersek seçelim ulaştığımız nokta memnuniyetsizlik olur.
Aslında bir üçüncü yol her zaman göz kırpar bize kuytudan. Zor değildir aslında bunu görmek . Kılıkırkyararak ayırt etmeyiz.Bize zayıf görünen seçeneğin kendine göre çok da güzel bir alımlılığı,endamı vardır. Oyun hamuru gibidir. Elimize aldığımızda istediğimiz şekle sokabiliriz. Narındır hassas incinir tutmayı bilemeyene.
Görmeyi bilemeyene de her zaman korku kadar yakındır elense gider sürekli. Bayağıdır, bıkkınlıktır. Küçümsenir korkulan ve aşılamayan her şey gibi.
Gölgemizdir. Gölgemiz kadar yakındır bize. Ardısara gelir her adımda. Boş bir sokakta geriden gelen dal kırığıdır duyduğumuz . kurumuş. Her arkamıza baktığımızda onun tedirginliğidir gözlerimizde ki. Her adım attığımızda yüzleşmekten korktuğumuzdur.
Aynada cisimleşir. Gözlerimizde. Ne kadar yakından bakarsak o kadar büyür açar kendini göstermek için bütün kapılarını sonuna kadar.
Bedenimizin yer edinmiş en kalıcı misafirdir. Gücünün yettiğine efendi, yetmediğine köledir.
Yalnızlıktır asıl yol benlik.
Tazeleyen bizi her defasında kırık dökük geldiğimiz yetimhaneden, sapasağlam çıkaran.
Kendine giden yolu ezberleyen insan misafirdir aramızda.
HÜSEYİN ÇAKICI
çıkınım zulada
sen üzülme her halukarda gitmek var nasıl olsa
güzel olanda bu değil mi zaten
birgün sonra nerde uyanacağını bilmeden yaşamak...
bazıları buna düzensizlik atfediyorlar
oysa ki ben hiç de öyle düşünüyorum
barbarların istilası aslında filmdeki gibi hani
70' li kuşağın yaşayan son önderleri göl kenarında şezlonklara uzanmışlar
üstlerinde battaniyeler
ellerinde şarap kadehleri eski günleri yaad ediyorlar ya gece yarısı
yeni günün doğuşunu izliyorlar
kendi kuşağının güneşinin battığını
ve son demlerini ...
yeni gelenlere bırakacaklar yerlerini
sonraki kuşağın temsilcilerine
onlar miyadını doldurdu
kültürleri, yaşama alışkanlıkları,
mücadeleleri,
sevgileri, tutkuları
hepsi ama hepsı
onlarla yok olacak
yok olacak diyorum bak...
öyle hafife alınacak bir an değil bu
kendini na kadar da yalnız hissettiğini bilemessın
dünya sana karşıdır artık
sen bir avuc...
işte o gun gelmeden dostum
ben bir ademyawrusu ki şuncacık bedenımle organizmamın sınırlarını zorlayarakta olsa
-ki bazen alarm vermiyor değil-
yaşarım....
gün gelinceye kadar
kendi kuşağımın gün batışını izleyinceye kadar
ne kadar lezzet varsa tadarım
en acısından en farkısına
ki;
öleceğım günün kalanını saymak yerine
dostlarımla;
bir avuç yakamoz göl kenarından,
bir tutam yalnızlık en alasından,
ay parcası bir güzellik,
ilk sevdamı anlatırken
en güzel yerinde hani sohbetin,
altın bir vuruşla gitmektir
harkulade olan...
HÜSEYİN ÇAKICI
ne kadar yanlızlaşırsa insan,
o kadar kendine yaklaşır.
benliğinin soluğunu hissetmeye başladıgı zaman
ensesinde
korkar.
içgüdüsel bir döngüdür aslında yaşanan
evrimsel bir sürecin sonuç korkularını yaşarız aslında.
yalnızlık korkuyu tetikler,
korku da aslında ölümdür.
modern çağa yanlız ölüm olarak tekabul eder.
korktuğumuz her şeyi kutsama eğilimide
evrimsel sonuctur.
üstesinden gelemediğimizi ululaştırmak,
üstesinden gelemdeğimiz güçtür.
başademediğimiz güç.
bundandır belki de güçlünun yanında olabilme eğilimimiz
sığınma eğilimimiz bundandır
yaslanabime güçe
kolu kanadı altına girme çabamız
kadının bu konuda daha belirgindir eğilimi erkeğe göre
kadının yaşamasının tek geçerli yolu
doğurganlığı ve yegane ikinci cins olmasıdır
( evrimsel sonuç olarak)
kadının yalnızlaşması daha korkutucudur bundan
hem çoğalma isteği tetikler korkuyu
hemde yaşama
bu güne ise aç kalmadan yaşayabilme
veya belli bir standarta yaşam kalitesi olarak düşer
bu keskinlikte yaşanmasada günümüzde
ana mesneti buna yakındır paradigma olarak..
modernizmin karaktersiz çoğulculuğu ne kadar çoğalırsa o kadar yalnızlasmadır aslında
kentlerde kalabalıklar arttıkça sosyalleşme,
külturel olarak birbiri içinde erime azalmıştır.
bundardır ki
beyninde çoğalmalı insan
kısır değil bu
yaslanmalı kendi benliğine
gücünü kendiden almalıdır.
kalabalıklar içinde erimektense
mutlu ölüm
yalnızlıktır.
HÜSEYİN ÇAKICI
PSİŞİK OLGU1:
Dibine varmış iki şarap şişesinin bir tanesi devrilmişti. Şişeye sorsan alışık olduğu bir durumdu hep yatık olması mantarın temasına. Ama şimdi ki boşluğu alışılagelmiş bir şey değildi. Bitmenin hüznü ya da kırmızısızlık.
PSİŞİK OLGU2:
Ayakta duran varlığının amacını anlatmak şerefine izlemekteydi loş karanlıkta zemini. Yalnız olmanın uzun süreden sonra keyfini çıkarıyordu, yan yana olsa da bir diğeriyle.
SONUÇ:
Her kadehte birkaç tane üzüm halinde titreyen kırmızı, kendini iki kelam arasında vuku bulan dudakların ardına bırakırken, dudaktan kalbe giden yola sızmaktaydı. Temizler gibi bütün yalanları ferahlık bırakıyordu ardında akışının.
hüseyin çakıcı(2009)
....................................................................................
....................................................................................
...................................................................................
...................................................................................
(*)PSİŞİK ANLAMI:
Sadece görme, işitme, tatma, koklama, dokunma gibi kabul edilmiş beş duyunun dışında da bazı şeyleri algılarsınız.
İşte bunlar, önseziler de dediğimiz, psişik yetenekler ve becerilerdir.
Psişik yetenek, şuurumuzu şimdiki farkındalığımızın ötesine genişletebilme becerisidir.
Hava alacak yerlerin hepsini sırasıyla kapattı. Odada ne ışık vardı ne de onu andıracak herhangi bir şey. Sadece arada bir yoldan geçen arabaların farlarının vurup yansıdığı duvardan seken ışık huzmelerinin ısrarla kapatılmış camların yaşama tutunan noktalarından içeri sızılmaları. Oda olmasa zifir bir yalnızlık döngüsü de denebilirdi adına.
Ezberlenmiş mesafelerin madde üstü algısı söz konusuydu. Algıların işlevli olduğu zeminin üstüne boylu boyunca serilmiş gökyüzünü keyifle seyre daldığı zamanlar olmasa belki de yokluğunun tecrübesizliğini yasayabilirdi. Yaşadığı sadece gerekli zamanların, zor zamanlara izdüşümüydü. Olmamasını isteyebilirdi, ama bu durumda şanslı da sayıyordu kendini.
Nefes almayı becermek, öğrendiği tek şeydi diye düşündü bir an. Böyle başladı, yırtılarak ortaya kan eşliğinde çıkışı. Gerisin geri döndüğü yer mi sayılırdı şimdi. Nefes almak ve rüya görmek anne karnında. Yaramazlık yapıp kimseyi neşelendirmese de artık kimsenin de canını acıtıyor sayılmazdı. Değiştirmiyordu, dokunmuyordu.
Geliyorum diyen bir adımlama ritmiydi aslında bu, hazırlıklıydı. Berrak bir bardak su vardı yanında bir kaç resim, bir de son nefesine eşlik edecek eğlenceli, tahlif hakkı saklı ya da kendine ait bir ezgi. Seslendirecek mecali bulabilir miydi anlamış evrede değildi, ama gene de almıştı yanına. Ruhuna hitabeden tek şey buydu diye duşundu. Lükse kaçtığı fazla bir şey olup olmadığını sorguladı üstünde. Herhangi bir aramada suç teşkil edecek bir şey.
hüseyin çakıcı(2009)